Popüler Yayınlar

23 Mart 2011 Çarşamba

*** BURSA ÇINAR AĞAÇLARI VE TÜRBELER ***

Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana kente hayat veren, güzellik katan sembollerin başında Çınar ağaçları yer alır. Çınar deyince akla hem Bursa gelir hem de Osmanlı… Çınar ağacı ile ilgili şöyle bir hikâye anlatılır: Güngörmüş, yaşlı bir çınar asırların verdiği tecrübe ile tevazu vadisinde tek başına yaşarmış. Bir gün dibinde bir kabak bitmiş. Çabucak büyümüş. Dallarına sarmaş dolaş bir halde ta tepesine kadar çıkmış çınarın. Çınar mütevazı kişiliğinden ödün vermeden koruyup kollar onu. Kabak densizin biridir, şımarıktır da. Kemale erdiğini zannettiği bir günde:
Görüyor musun ben kimim? Devlet ve ikbalim var. Şansımın da yaver gitmesiyle çabucak büyüdüm ve hatta sana hâkim duruma geçtim der. Çınar onun bu küstahlığına sabreder, bir mevsimlik saltanatına bıyık altından gülerek lisan-ı hal ile: Vakt-i hazanda görürsün, demekle yetinir.
Osmanlı devleti de bu hikâyedeki çınar ağacı gibi devletler içinde mütevazı bir hayat sürmüştür. Koynunda büyüttüğü nice devletler gün gelmiş varlığını borçlu olduğu bu mütevazı çınara sultan kesilmişler, densizlik etmişlerdir. Bu densizliklerini çınar gibi bıyık altından gülmekle yetinmeyen Osmanlı devleti onlara hadlerini de bildirmiştir. Zaten mütevazı olmak haddini bilmek ve haddini aşanlara hadlerini bildirmek demek değil midir?


Çınarın dibine döktüğü sarı yapraklar gün oldu toprağa karışarak gıda oldu kendisi için. O gıdadan aldığı güç ve kuvvetle devam ettirdi hayatını yıllarca… Osmanlı devleti de himayesinde bulunan devletlerden aldığı sarı sarı altınlarla reayasına yol, çeşme, hamam, imaret yaptırdı kendisine gıda olsun diye. O gıdadan aldığı güçle nice savaşlar kazandı, nice meyveler verdi, gücüne güç kattı ulu bir çınar edasıyla…


Gün gelir çınar ağacı yapraklarını döker, dünyadan el etek çeker, içini yemeye başlar. Osmanlı devleti de sonsuza dek yaşayacak değildir. Bir gün kanıyla aldığı toprakları o da ağaçtan yaprağın hafif bir rüzgârla düştüğü gibi kaybedecektir kolayca masa başlarında… Dışarıdan düşmanlar çınar yapraklarını döksün diye zoraki rüzgâr estirirken, içerden de kendi evlatları ateşe vermişlerdi onu.
Yanan ağacın yeniden büyümeyeceği muhakkaktır. Ama onun ihtişamı tarihin derinliklerinde unutulmayacak bir iz bırakmıştır. Hem ismi hem de kendisi ihtişamlı bir ağaç ve devlet. Kaderleri birbirine ne kadar benziyor değil mi?



Emir Sultan Camisinin yan tarafı, yüzyıllardır insanları üzerinde konuk eden musalla taşı ve güvercinler…


İsmâil Hakkı Bursevî, 1652 (H.1063) senesinde Pazartesi günü Aydos'ta doğdu. Yetmiş altı yaşında iken, 1725 (H.1137) senesinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. İsmâil Hakkı Bursevî'nin 106 adet eseri vardır. Bunlardan altmış kadarı Türkçe olup, sâde bir üslûp ile yazmıştır.. Bu eserlerden en bilineni Tefsîr-i Rûh-ul-Beyân'dır: Bu eser Kur'ân-ı kerîmin tefsîridir. İsmâil Hakkı hazretleri bu tefsîrinde şöyle buyurur: "Mânevî pederim, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin delâleti ile, birgün rüyâmda Resûlullah efendimiz bana lütfedip arkamı sığadılar. Tatlı bir ifâde ile; "Ümmetim için bir tefsîr yaz!" diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allahü teâlâdan ve Resûlullah efendimizin rûhâniyetinden yardım isteyerek üç cildlik bir tefsîr yazdım."   
İsmâil Hakkı Bursevî buyurdu ki: "Evliyâyı inkâr etmeyip, muhabbet beslemek lâzımdır. Çünkü hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâberdir." buyuruldu. Kıyâmet günü bu büyükler sevdiklerine şefâat edeceklerinden, onları sevmemek uygun değildir. Onlara düşman olmak insanın helâkine sebeb olur."


EMİR SULTAN TÜRBESİ... Hergün yüzlerce insanın ziyaret ederek gönüllerini yıkayıp, ruhlarını serinlettikleri Emir Sultan'ın türbesi ve Camii eşi Hundi Hatun tarafından yapılmıştır. 1795'te zelzeleden zarar gördüğü için 3. Selim tarafından yeniden yaptırılan ve çevresi medrese, hamam, misafirhane gibi hayır müesseseleriyle donatılan türbede Emir Sultan Hz.leri ile birlikte hanımı Hundi Hatun, iki kızı ve oğlu Emir Ali bulunmaktadır.


Emir Sultan Camisi:  Emir Sultan'ın oğluna verdiği nasihatlardan birkaç örnek:…  Oğlum! hayat her şeyi ve her yanıyla senin için bir mekteptir. Hayra koş; kötülükten kaçın. Unutma ki en büyük silahın Hz. Allah'a ettiğin duan olacaktır.".. Evladına vermek istediği terbiyeyi kişi önce kendisi yaşamalıdır. Yavrum şunu şöyle yap veya yapma diyen kişi şayet kendisi hayatında uygulamıyorsa bu terbiyesi etkili olmaz. Ayrıca "Ey insanlar! Niçin yapmadığınız (yaşayamadığınız) şeyi yapın diye söylüyorsunuz. Anlamındaki emri ilahiye de karşı gelmiş olunur.

EMİR SULTAN HAZRETLERİ... 1367’de Buhara’da doğup, 1429’da Bursa’da vefat eden Emir Sultan Hz.leri iyi bir tahsil ve terbiye görmüş, ilmini artırmak ve hac vazifesini yapmak için Mekke-Medine’ye gitmiş, Hz.Hüseyin'in neslinden, peygamber sülalesinden olduğu haber verilen yüce bir velidir. Yıldırım Bayezid'e damat olmuş, İslam'ın hükümlerini, O'na karşı söylemekten hiç çekinmemiş, idaresinde adaletli davranmasını ve İslam birliğini kurmayı öğütlemiş, Anadolu Türk Beylikleri arasındaki dostluk, kardeşlik, birlik ve beraberliği, sulh ve sükunu sağlamakla kendisini manen görevli hissetmiş ve bunun için çalışmış, yanında yolunu izleyen müridleriyle birlikte bunları ziyaret edip düşüncesini anlatmış, birlikten kuvvet doğar demişti. Her ikisi de müslüman olan, Timur ile Yıdırım'ın savaşmaması, müslüman kanının dökülmemesi için çok gayret etmiş ama takdiri ilahi muvaffak olamamıştı.1402 Ankara Savaşı’nda Timur tarafından esir edilmiş, Timur'la görüşmüş, Timur O'nun ilmine, irfanına ve güzel ahlakına hayran olmuş Bursa'ya dönmesine izin vermişti.. Yıldırım Bayezit, Çelebi Mehmet ve 2. Murat dönemlerinde yaşayan Emir Sultan Hz.leri, II. Murat zamanında da Osmanlı Sarayı’nda saygı görmüş, padişaha kılıç kuşatmış, 1422 İstanbul kuşatmasına beşyüz kadar müridiyle bizzat katılmış, ordunun manevi gücü ve desteği olmulştu. Anadolu'nun müslümanlaşmasında Emir Sultan, sözleri ve öğütleriyle Anadoluya aydınlık getiren, özü sözü doğru bir mürşidi olmuştu.


Hz. ÜFTADE (1490-1580)....  Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi'nde fahri müezzinlik yapan Mehmed Muhyiddin'in sesi çok güzeldi. Halk O'nu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırlardı. Bir gün yaptığı bu hizmete mukabil caminin mütevellisi kendisine bir kaç akcelik maaş tayin etti. 0 gece rüyasında "mertebenden üftade oldun (düştün) itabına maruz kalan Mehmed Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine "Üftade" lakabını taktı.. On altı yaşlarında Ulucami'de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftade, bu vazifeleri on sekiz yıl sürdürdükten sonra vaaz ve irşad hizmetlerine başlamıştır. Doğanbey, Namazgah ve Kayhan Camilerinde hitabette bulunmuş, Aziz Mahmud Hüdayi'de kendisini Kayhan Camii'nde tanıyarak intisab etmiştir. İsmail Hakkı Bursavi'ye göre Üftade kamil manada iki kişiyi terbiye etmiştir. Bunlardan biri Kemal Dede adındaki müridi, diğeri ise Aziz Mahmud Hüdayi'dir. Gerçekten de Üftade'nin irşad silsilesi bu zatla yürümüş, Celvetiye Tarikatı daha Hüdayi'nin sağlığında yüz binlere varmıştır. Hatta bu yüzden Celvetiye Tarikatı'nı Hz. Hüdayi'nin kurduğunu söyleyenler bile olmuştur.

Hz. Üftade Celvetiye Tarikatının Kurucusudur...  Celvet halka karışarak, hak ile beraber olmaktır. Celvetiler, halka karışmakta hayır olduğu kanaatindedirler. Kulun Hakk'ın sıfat ve vasıflarıyla süslenmesi, kulun, kendi varlığından geçmesi ve Hakk varlığında yok olmasıdır.Tasavvuf ıstılahı olarak Celvet; "kulun, Hakk'ın sıfatlarıyla vasıflanmış olarak halvetten çıkışına ve O'nun varlığında yok oluşuna fena fillah denir. Mürid, mürşidine intisab ettikten sonra, mürşidinin talimatına uygun olarak zikir ve manevi mücahedeye başlar. İlk ve en önemli ZİKİR,  Kelime-i Tevhid'tir.Yani "LAİLAHE İLLALLAH" sözüdür.Buna TEVHİD zikri denir. Mürid ilk zamanlar Tevhid zikrini yaparken "LA MA'BUDE İLLALLAH" manasını düşünür. İkinci mertebede Kelime-i Tevhid'i "LA MAKSUDE İLLALLAH" manasını zikreder. Üçüncü mertebe de ise "LA MEVCUDE İLLALLAH" (Allah'tan başka mevcut yoktur.) manası ile zikreder. Mürid Tevhid Nuru zahir oluncaya kadar bu zikre devam eder... Celvetiye tarikatında ikinci önemli zikir "ESMA-İ SEB'A" zikridir. Allah (c.c) yedi ism-i şerifi sırasıyla şunlardır. LA İLAHE İLLALLAH, ALLAH, HU, HAKK, HAYY, KAYYUM, KAHHAR ... Bu yedi isim, nefsin yedi makamına tekabül etmektedir.


"Çocukların harçlıklarını çıkarmak için gelen ziyaretçilere rehberlik yaptığı bu yer, Bursaya Kadıbaşı olarak atanan Aziz Mahmut Hüdayi'nin Üftade hazretlerini gurur içinde ziyarete giderken atının ayaklarının taşa gömüldüğü yerdir…"
Aziz Mahmut Hüdayi, Ferhadiye Medresesi'nde müderrislik ve Mahkeme-i Suğra'da naiblik yaptığı bir sırada gördüğü bir rüya üzerine öteden beri vaazlarına devam ettiği Bursa'nın büyük mürşidi Hz. Üftade'ye intisab ederek (984/1576) bu mesleği bıraktı. Bundan sonra çile dolu bir hayata başladı. Şeyhi Üftade'nin emri ile malını mülkünü fakir fukaraya dağıttı. Sırığın ucuna ciğer takıp sokaklarda sattı, tekkenin helalarını temizledi. Zaman oldu ki bir elmayı koklayıp üç günde bir iftar etti. Nihayet üç yıl gibi kısa bir zamanda sülukunu tamamlayarak 987 Zilhicce (1580 Ocak) ayında Şeyhi Üftade'den icazet aldı. İrşad vazifesiyle Sivrihisar, Rumeli ve istanbul'un muhtelif semtlerinde ikamet ettikten sonra Üsküdar'da yaptırdığı tekke ve bitişiğindeki camide Celvetiye Tarikati'nı yaymaya başladı. Bu arada tefsir hadis dersleri okuttu, kendi camii başta olmak üzere Sultan Ahmed ve Mihrimah camilerinde vaazlar verdi.

'Evliyalar kenti' olarak da anılan Bursa'da, 'Tezveren Dede' türbesi, üzerine inşa edilen evin içinde bulunmasıyla dikkati çekiyor. Bahçeli, iki katlı bir evin birinci katında bulunan Tezveren Dede Bursa'da yaşamış bilgin, mutasavvıf, şair bir Allah dostudur...


Fatih Sultan Mehmet zamanında lokman hekim olarak yaşadığına inanılan Tezveren Dede'nin türbesi, 1900'lü yılların başında bir aile tarafından yapılan evin içinde kalmış.
Soyadı kanunuyla birlikte ''Tezveren'' soyadını alan ailenin üyeleri, yaklaşık üç yıl önce boşaltılana kadar evde yaşamış.Günümüzde, Tezveren Dede türbesinin bakımını da bu evde doğan ve çocukluğuyla gençliği bu evde geçen aile üyelerinden Hayrettin Tezveren üstlenmiş durumda.





SOMUNCU BABA'NIN BURSADAKİ HAYATI...
Zamanının manevî mutasarrıfı kabul edilen Somuncu Baba, gizlenmek ve görünmemek için, sahibi olduğu bir merkebi ile dağdan odun getirir; geceleri hamur yoğurur; etmek pişirir ve ertesi sabah da kendi fırınında pişirdiği ekmekleri halka satardı. Pişirdiği ekmekleri çarşı pazar gezdirip satarken, "Somunlar, mü'minler!.." diye çağırırdı.. Bursa halkı ve esnafı tarafından somunlar kapışılır olmuştu. Halbuki Somuncu Baba'nın fırıncılıktan maksadı, para kazanmak değil, kendi manevî makamını gizleyerek onlara yaklaşmak ve örnek davranışlarıyla onları manen terbiye eylemekti. Kendisinin kutb-ı zaman olduğunu halk bilmiyordu. İşte bu yüzden Şeyh Hâmid, Somuncu Baba, Ekmekçi Koca veya Somuncu Koca gibi adlarla anılır olmuştu.... Bu yeşil kapılı ev Somuncu Babanın Bursadaki evidir.. Evin  içinde çilehânesi, ibâdet ve zikir odaları ile iki küçük fırını mevcuttur. Somuncu Baba'nın ekmek sattığı yer ise, Ulu Caminin karşısında yer alan Sahaflar Çarşısının ortasıdır. Yakın zamanlara kadar, Somuncu Baba'nın ekmek sattığı yer olduğu belirtilen mahalde, çarşı esnafı her hafta cuma günleri bir araya gelirler, dua ederler ve sonra dükkânlarını açarlardı. Somuncu Baba'nın, küçük fırınlarında pişirdiği ekmeklerle, Ulu Cami'nin inşâatında çalışan işçilere ekmek yetiştirdiği de, nakledilen rivayetler arasındadır...
Somuncu Baba yorumuyla 40 Hadis...
20.HADİS: "Her biriniz, Allah Teala'ya hüsnü zan besleyerek ölmeye çalışsın." (Müslim, Cennet, 19) ... Şeyh Hamid-i Veli(Somuncu Baba) Yorumu: Bir ayette "Allah sana nasıl ihsan ettiyse, sen de öyle iyilik et"(Kasas,77) buyrulmaktadır. Gerçektende Allah kula pek çok ikramda bulunmuş ve onu doğru yola iletmiştir. Bu durumda kula yakışan, gereğini yerine getirmek ve kurtuluşa ermektir. Bunun tek yolu da Allah'a güzel ve içten kulluk etmektir. Dolayısıyla, Allah'a karşı beslenecek hüsnü zan güzel kul olmaya çalışmaktır.."   

KAYNAK: http://www.somuncubababursa.com/40hadiss/1.htm

ÜÇ KUZULAR...
Üç kuzular 825 tarihinde Buhara’dan Bursa’ya gelmişlerdir. Bu zatlar El Şeyh Safiyyuddin El Şeyh Muhammed ve Açıkbaş El Şeyh Ali efendilerdir. Kendileri Nakşi   tarikatına mensup imişler. Bu zatlar ekseriya Emirsultan Hazretlerinin ziyaretlerine giderlermiş. Hazreti Emir’de hemşehrileri olan bu zatları çok severmiş. Bunlara üçkuzularım dermiş.Şeyh Safiyuddin efendi evli diğer ikisi bekar olarak vefat etmişlerdir. Burada medfundurlar. Ruhlarına Fatiha  

YEDİLER

Hiç yorum yok: